İsrail Gazının Avrupa'ya Taşınması ve Türkiye'nin Stratejik Önemi

Her ne kadar dünya fosil yakıtlardan uzaklaşmaya çalışsa da hala daha fosil yakıtlar enerji ihtiyacını karşılamak için en başta gelen enerji kaynağı pozisyonundadır. Hal böyle iken bu enerji kaynaklarına sahip olup onu çıkarmak kadar çıkarılan kaynağın diğer ülkelere satılması ve ulaştırılması da büyük önem kazanıyor. Doğal rezervlere sahip alanlar ve enerji nakil hatlarının geçtiği ülkelerin stratejik önemleri artıyor. Kimi zaman bu durum ülkeleri bloklaşmalara, sıcak-soğuk çatışmalara, siyasi ve diplomatik krizlere sürükleyebiliyor. Bu yazımda ,Türkiye'yi de yakından ilgilendiren, İsrail ve Doğu Akdeniz gazının Avrupaya taşınmasından bahsedeceğim.



  Öncelikle AB'nin petrol ve doğal konusunda büyük ölçüde dışarı bağımlı olduğunu söylemek gerekiyor. Her ne kadar Avrupa ülkeleri nükleer enerji, hidroelektrik enerjisi, rüzgar-güneş gibi yenilebilir enerji kaynaklarından enerji ihtiyacını temin etmeye çalışsa da bu miktarlar arzı karşılamıyor. Bu sebeple petrolü Rusya ve OPEC ülkelerinden; doğal gazı Rusya, Cezayir ve Norveç'ten satın alıyor. Birazdan daha ayrıntılı da göreceğiniz gibi Rusya, AB'nin açık ara en büyük enerji tedarikçisi durumunda.

  Avrupa'nın enerji konusunda Rusya dışında pek bir alternatifi olmayışı, enerji ithalatının neredeyse Rusya tekelinde olması ve bu durumun, Avrupa'nın elini Rusya karşısında zayıflatması AB nin canını çokça sıkan bir durum. Bundan dolayı yeni enerji tedarikçileri bulmak, Rusya'nın tekelini kırmak ve enerji kaynaklarının güvenle, kesentiye uğramadan aktarılmasını temin etmek AB için kritik önceliğe sahip.

  Olaya Rusya tarafından bakacak olursak aslında Rusya AB karşısında enerji silahı gibi büyük bir güce sahip ve bu silah ile AB ülkelerine baskı kurmaktan çekinmiyor. Farklı ülkelere farklı fiyat politikları uygulayarak deyim yerindeyse aba altından sopa gösteriyor. Bazı Ab ülkelerinin enerji ihtiyaçlarının neredeyse tamamını  ve toplamda birliğin ihtiyacının 1/4 ünü Rusya'dan temin etmesi bu gücü Rusya'ya veriyor.
  Aşağıdaki harita AB'nin enerji nakil hatlarını gösteriyor:http://www.ijhe.org/Published/201800_007_4_003.pdf


Yukaridaki haritada gözüktüğü gibi Türkiye Avrupaya enerji akışında stratejik olarak kritik bir konumda bulunuyor. Türkiye'nin yanında Ukrayna'nın da aynı şekilde enerji nakil hatları için kritik konumda olduğu gözüküyor; öyle ki , aktarılan gazın 3/4 lük kısmı Rusya->Ukrayna üzerinden Avrupa'ya uzanıyor.

  Ülkemizden ayrıca TANAP(Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı)  geçiyor. Bu hattın önemi Avrupa'ya Rus gazı değil Hazar havzasından çıkan Azerbaycan gazını taşıması. 2019 sonu itibari ile projenin Anadolu ayağı Tanap hattı ile Avrupa ayağı Tap hattı birleştirildi.

  Tabi ki Avrupanın Rus gazı dışında bir alternatif oluşturması Rusya tarafından hoş karşılanmadı ve Rusya TANAP-TAP ' a karşılık olarak -haritada da gözüken- Karadeniz üzerinden geçen ve Ukrayna'yı atlayan  Güney akımı projesini ortaya attı. Ancak AB-Rusya ilişkilerinin Rusya'nın Kırımı ilhakı ile gerilmesi , AB'nin TANAP'a güvenerek enerji arzında düşüş beklentisi ve doğal gaz fiyatlarındaki düşüs sebebiyle projenin kâr getirmeyebilme ihtimali projenin rafa kaldırılmasına sebep oldu.

  Ancak bu hatlar Avrupa'nın enerji güvenliğini sağlamak için yeterli değil. Avrupa için bir diğer alternatifi ise Doğu Akdeniz oluşturuyor. Bölgede son yıllarda keşfedilen enerji kaynakları bölgede bir anda suların ısınmasına ve tansiyonun tırmanmasına sebep oldu. Aslında yaşanan gelişmeleri Akdenize kıyısı olan ülkelerin(Mısır-İsrail-Lübnan-Libya-Kıbrıs-G ve K Kıbrıs- İtalya - Yunanistan) ve Abd - Rusya-İngiltere gibi büyük güçlerin pastadan mümkün olduğunca büyük pay alma yarışı olarak görebiliriz. Bu yazımızda daha çok İsrail gazı ve bunun Avrupa'ya taşınımını konuşacak olsak da Doğu Akdenizde yaşananlara, oluşan bloklaşmalara ve diplomasi trafiğine hakim olmadan bu konuyu tam olarak kavramak mümkün olmayacaktır.

  Doğu Akdenizde suların ne zaman ısındığına bakacak olursak aslında İsrail'in 2000 yılında Gaza Marine ve Mari-B bölgelerinde ,  2009'da Amar  ve  Leviathan  bölgelerinde doğal gaz yatakları keşfetmesiyle bölge ülkelerinin ve dünyanın gözü buraya döndü. İsrail keşiflerini daha sonra Mısır ve GKRY keşifleri takip etti.

  Siyasi sorunların baş göstermesi olarak ise GKRY'nin sırasıyla 2003 ve 2007'de  Mısır ve Lübnan ile MEB(münasır ekonomik bölge ) anlaşması imzalaması ve 13 yerde petrol arama izni vermesi gösterilebilir. Bu noktada MEB ve kıta sağanlığı kavramlarını açıklamakta fayda var:

  Kıta sahanlığı denize/okyanusa kıyısı olan her ülkenin sahip olduğu - ilan gerektirmeyen- ve maksimum 200 mile çıkabilen, uzunluğu kara ülkesinin doğal uzantısının bütünündeki denizaltı alanlarını, deniz yatağı ve toprak altını içeren kavram

MEB ise ilan ve anlaşma durumu gerektiren yine maksimum 200 mil olmak koşulu ile kıta sahanlığındaki haklara ek olarak denizdeki canlı varlığı üzerinde ve enerji üretiminde(dalga,rüzgar) hak veren kavram.

Farkları temel olarak MEB'in kıtasahanlığına ek olarak deniz canlılarını içermesi -balıkçılık yapılabilir- ve sahildar devletlerle anlaşma şeklinde ilan edilmesi gerekliliği. Yani MEB > kıta sahanlığı

  Türkiye GKRY hamlelerine adanın kuzeyinde TPAO(Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) ya arama ruhsatı çıkartarak karşılık verdi. Güney Kıbrıs adına Noble(ABD), Exxon Mobil(ABD), ENI(İtalya), Total(Fransa) bölgede arama faaliyetlerine başlarken Türkiye de bölgeye sismik araştırma ve sondaj gemileri gönderdi. Türkiye ada çevresindeki kaynakların eşit olarak paylaşılmasını savunuyorken Güney Kıbrıs'ın tek taraflı hamleleri gerginiği tırmandırdı. Türkiye uluslararası kanunlara uygun davranmasına rağmen siyasi olarak Akdeniz'de yalnız kaldı. AB ülkeleri ABD ve kıyıdaş ülkeler Türkiye'yi kınayan açıklamalarda bulundu.

  Peki Türkiye nu süreçte neden siyası olarak yalnız kaldı? Bu sorunun cevabını bulmak için Türkiye ve Akdeniz ülkeleri ile ikili ilişkilerine kısaca bakmakta fayda var.

  Mısır ile başlayalım. Seçimle(Hazirhan 2012) başa gelen ilk cumhurbaşkanı olan  Mursi ile birlikte aslında Türkiye-Mısır ilişkileri iyi yönde ilerlemekteydi ancak Mursinin darbeyle devrilmesinin ardından(Temmuz-2013) sıkıntılı bir döneme girildi. Türkiye'nin açık bir şekilde darbeci yönetimi suçlaması ve karşı tarafın takındığı tutum Türkiye ile Mısır'ı karşı karşıya getirdi. Sahip olduğu ordu - deniz gücü (etkinliği tartışılsa da) ve doğal rezervler Mısır'ı bölgede önemli bir güç yapıyor. Ayrıca sahip olduğu gelişmiş LNG(gazı sıvılaştırma) tesisleri de Mısır'ın önemini artıyor ve aslında Mısır 2018 yılına kadar bölge için gaz tedarikçisi konumundaydı.  Bu özelliğini nasıl kaybettiğini veya pozisyonunun nasıl zayıfladığını yazının ilerleyen kısımlarında bahsedeceğimden şimdilik Mısır-Türkiye ilişkilerini burada bitiriyorum.

  İsrail ile devam edecek olursak burada da benzer bir durum söz konusu. İyi olan İsrail-Türkiye ilişkileri Gazze meselesinden dolayı çalkantıya giriyor ve Mavi Marmara baskınında 10 Türk'ün İsrail tarafından öldürülmesiyle her ne kadar ticari ilişkiler devam etse de diplomatik olarak sıfıra dayanıyor. İsrail Leviathan gazını bulana kadar gaz ihtiyacını büyük ölçüde Mısır'dan karşılamaktaydı. Ama bu rezervin keşfedilmesiyle İsrail arz fazlasına sahip oldu. İsrail için şu anda en önemli husus bu gazı dışarıya satmak ve ekonomik fayda sağlamak. Bunu nasıl sağlayacağı ise bu yazımızın temel konusu.

  Diğer bir ülkemiz ise içeride sıkıntılarla boğuşan Libya. Kaddafinin arap baharı ile devrilmesi(öldürülmesi) ile birlikte ülkede bir türlü düzen sağlanamadı. Bir tarafta başkent Trablus'ta bulunan ve BM-Türkiye tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti(UMH), bir tarafta Rusya ve Suud destekli Halife Hafter. Türkiye bu çatışmada fiziki olarak UMH nin yanında yer alıyor.

  Yunanistan ve GKRY ilişkilerine bakacak olursak eskisinden çok farklı bir durum yok aslında. Karşılıklı rekabet, sürtüşme ve açığını kollama. O yüzden kısa tutuyorum.

  Suriye ise devam eden iç savaş dolayısıyla Akdenizle ilgilenecek durumda değil. Karasularını Rusların insiyatifine bırakmış durumda. Diğer ülkemiz Lübnan ise Akdeniz'e kıyısı olan bir ülke olmasına rağmen olaylara pek ilgili değil.

  AB ülkeleri ise özellikle Türkiye'nin Suriye'de pyd ye yürüttüğü operasyondan ve Akdenizde hakkı olan bölgelere araştırma gemileri göndermesinden sonra Türkiye karşıtı hâl ve durum içinde.

  İkili ilişkiler kısaca bu şekilde incelendiğinde Türkiye'nin Akdenizde kendi göbeğini kendi kesmesi gerektiği ortada(Bu hâle nasıl gelindiği noktasını bir kenara ayırıyorum).

 Yazının asıl konusuna gelecek olursak İsrail yeni keşfettiği gaz potansiyelini ihraç etmek istiyor. En baştan beri söylediğim gibi Avrupa ise Rusya'dan ithal edilen gaza alternatif bulmak istiyor. Niyetler ortak olduğuna göre geriye bir soru kalıyor bu gaz nasıl Avrupa'ya taşınacak? Bu sorunun 2 cevabı var. Ya bir boru hattı inşa edilecek ya da çıkarılan gaz LNG halinde taşınacak. 2 yönteminde artıları ve eksileri, önemli sonuçları var.

  İsrail-Yunanistan-GKRY bu sonuçları tartışıp ortak hareket etmek amacıyla çeşitli tarihlerde ve yerlerde 3 lü zirveler yapmaya başladılar. Bu üçlüyü Türkiye karşıtı bir ittifak olarak yorumlamak sanırım yanlış olmayacaktır.

  Bu 3 lü zirvelerin 6.'sı Kudüs'te Mart 2019 tarihinde  gerçekleşti. Bu zirveyi diğer beşinden ayıran özelliği ABD Dışilişkiler bakanı Pompeo nun da zirveye katılım sağlaması. Bu katılım aslında ABD'nin Akdeniz meselesinde -Türkiye aleyhinde- bu üçlüden yana taraf takındığı anlamına geliyor. Aslında ABD açısından bakarsak bu gayet normal karşılanabilir, çünkü Rus gazına bağımlı bir Avrupa ABD nin işine gelmeyecektir. Buna ek olarak İsrail ABD nin bölgede en önemli müttefiği konumunda bulunuyor. Kudüste'ki zirvenin açılış konuşmalarının satır aralarını önemli bulduğum için aşağıya yazmak gereği duydum. Dilerseniz atlayabilirsiniz:

İsrail Başbakanı :
"İyi akşamlar. Kudüs'e sevgili dostlarımıza Kıbrıs Cumhurbaşkanı-Anastasiades;  Yunanistan başbakanı-Tsipras ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo. Hepinizi burada görmek güzel.Bu İsrail, Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki altıncı zirve toplantısı. Buna birkaç yıl önce başladık ve dünyanın en iyi bölgesel derneklerinden birine dönüştü. Şimdi itfaiyecilikten enerjiye kadar her şeyde işbirliği yapıyoruz. İsrail'den Kıbrıs'a, Yunanistan'dan Avrupa'ya EastMed boru hattı adı verilen bir boru hattı kurmayı planlıyoruz. Ekonomilerimize büyük fayda sağlayacak, bölge için istikrar ve halklarımıza refah sağlayacak bir şey, ama aynı zamanda Avrupa'ya enerji arzını çeşitlendireceğini düşünüyoruz."

G.K cumhurbaşkanı:
Bu gerçekten harika bir an ve çok iyi arkadaşım İsrail'in başbakanı Netanyahu - sevgili dostum Bibi, Kudüs'teki bu tarihi toplantıyı topladıkları için teşekkür etmek istiyorum. Amerikan Dışişleri Bakanı Bay Mike Pompeo'nun bugün bize katılmasından çok memnunuz. Onun varlığı, üç ülkemizin ABD'ye, özellikle enerji ve güvenlik alanlarında güvenilir ortaklar ve Doğu Akdeniz'de bir istikrar çapası oluşturduğunun somut bir kanıtıdır. Çok ihtiyaç duyulan güvenlik, istikrar ve refahı sağlamak için somut eylemler yoluyla bu güvenilir ve güçlü ortaklığa sarsılmaz bir bağlılık sağlamak istiyorum. Bu bizim büyük ölçekli vizyonumuz ve Dışişleri Bakanı'nın ABD adına jeopolitik değerini onaylamak için burada olmasından son derece memnunuz ve enerji güvenliği gibi ortak çıkarlar konusunda verimli bir tartışma için sabırsızlanıyorum, Egemen haklara saygı ve enerji ve deniz faaliyetlerinin korunması ve tabii ki enerjinin çeşitlendirilmesi koşuluyla

Yunanistan başbakanı:
Bu yüzden Başbakan Benjamin Netanyahu'ya teşekkür etmek istiyorum. İlk kez değil - Kudüs'te kaç kez bulunduğumu sayamıyorum. Bu stratejik üç taraflı işbirliğinde altıncı kez buluşuyoruz. Bu yüzden burada Kudüs'te çok tanıdık hissediyorum. Son birkaç yılda ülkemizin Doğu Akdeniz'deki rolünün birlikte ve bireysel olarak daha da güçlendiğini düşünüyorum. İşbirliğimiz özellikle enerji ve güvenlik alanlarında stratejik hale geldi   .Dışişleri Bakanı Sayın Pompeo'nun ittifaka katılımı, ABD'nin stratejik işbirliğimizde desteği ve katılımı, özellikle enerji alanında değil, ekonomi gibi diğer konularda da diyaloğumuzu güçlendireceğini düşünüyorum.Temel fikirlerimiz - fikir çok basit ama aynı zamanda çok önemlidir. Buradaki fikir, Doğu Akdeniz bölgesinin enerji kaynaklarını İsrail,  Kıbrıs, Yunanistan ve Avrupa'ya  taşımak için güvenli bir ağ oluşturmaktır. Ve EastMed boru hattının kurulmasının bölgenin hem güvenlik diyaloğuna hem de ekonomik kalkınmasına yardımcı olabileceğini düşünüyorum.Bu yüzden bu konudaki tartışmalarımızı dört gözle bekliyorum ve tartışmamızın sadece enerji alanında değil, bölgenin güvenliği, emniyeti, istikrarı ve ekonomik kalkınması için de yararlı olabileceğini düşünüyorum. Teşekkür ederim.

   3 ülkenin konuşmalarındaki özet şu aslında : ABD nin desteği için teşekkür ederiz, bölgenin istikrarı bu 3lüye bağlı, inşa edilecek boru hattı AB ve ABD nin çıkarları doğrultusunda.


Kudüsteki üçlü zirveden 2 ay öncesinde de (Ocak 2019) Türkiye, Suriye ve Lübnan'ın dışarıda bırakıldığı, Doğu Akdeniz doğalgaz rezervlerinin kullanımı ve işbirlikleri konusunda Doğu Akdeniz Gaz Forumu; İsrail, İtalya, Filistin Yönetimi, Kıbrıs Rum Yönetimi, Mısır, Ürdün ve Yunanistan’ın katılımlarıyla yapılmıştı. Tüm bunlar gösteriyor ki bu ülkeler Türkiye'yi denklemin dışında tutmakta hemfikir. Ayrıca arkalarında ABD gibi bir ülkenin desteği olduğunu da unutmamak gerek. ABD'nin Türkiye'nin S-400 kararına misilleme olarak aldığı bazı kararları hatırlamak da fayda var çünkü D.Akdeniz ile ilgili önemli kararları da barındıyor.

  10 Nisan 2019 ABD s400 kararına misilleme olarak David Cicilline tarafından Abd temsilciler meclisi’ne sunulan bütçe yasa tasarısını onayladı. Tasarıda kabul edilen önemli maddeler: G. Kıbrısa olan silah amborgo kalkacak, ABD İsrail-Yunanitan-Kıbrıs üçlüsü ile enerji deniz güvenliği siber güvenlik gibi konularda diyaloğa katılacak, bölge ülkelerine Rus gemilerine liman hizmeti vermeme konusunda  çağrı yapılacak, Yunanistan ve Kıbrısa mali yardım yapılacak,kredi verilebilecek, bu üçlüyle ortak askeri eğitimler uygulanacak, S-400 konusunda ısrarı devam ederse Türkiye'ye F-35 teslimi yapılmayacak,   ABD- İsrail, Yunanistan - Kıbrıs arasında enerji işbirliğini kolaylaştırmak için Amerika Birleşik Devletleri-Doğu Akdeniz Enerji Merkezi kurulmasına izin verilecek.

Meclis kararını ayrıntılı incelemek isteyenler için->www.congress.gov

Bu toplantılar ve zirveler sonrasında boru hattının adı Eastern Mediterranean (EastMed) olarak belirlendi. Biraz planlanan özelliklerine bakalım.

-İsrail ve doğu akdeniz gazını İsrail-Güney Kıbrıs-Yunanistan-İtalya üzerinden avrupaya taşıyacak

-Avrupanın gaz ihtiyacının %10 unu karşılayacak.

-1900km uzunlukta ve ortalama 3km derinlikte deniz tabanında olacak.

-Yunan gaz şirketi DEPA ile İtalyan gaz şirketi Edison arasında% 50-50 ortak girişim olan IGI Poseidon S.A. tarafından proje yürütülecek.

-7 milyar dolarlık maliyet öngörülüyor.(İyimser bir rakam)


EastMed'in tahmini güzergahı ise bu şekilde, ancak burada da açık bir şekilde görüldüğü gibi proje Kıbrıs karasularından geçiyor. . Boru hattının devamında ise yine Türkiye'nin hakkı olan alanlarda çakışmalar var. Türkiye'nin kendisini ve KKTC yok sayan böyle bir proje karşısında sessiz kalması mümkün değil. Karşılık olarak bazı adımlar kritik adımlar attı Türkiye.

  En hâyati adım Türkiye'nin Libya(UMH) ile MEB mutabakatı(Kasım 2019) yapması oldu. Öncesinde de bahsettiğim gibi Libya iç karışıklıklarla meşgüldü ve bunu fırsat bilen Yunanistan Libya'nın hakimiyet alanında bulunan bölgeleri gasp etmişti.




stratejikortak.com

Mutabık kalınan haritası bu şekilde yani EastMed in güzergahını perdeliyor. Burada tartışılan konu ise, Yunan adalarının kıta sahanlığı olup olmadığı. Yunan tarafı Türkiye-Libya arasındaki anlaşmanın Yunanistan'ın Girit adasından kaynaklı karasularını işgal ettiği yönünde. Türkiye ise ana karadan ayrı olan adaların kıta sahanlığı dolayısıyla MEB leri olamayacağı yönünde. Anlaşmanın uluslararası kabulu için BM'de onaylanması gerekiyor. Öngörüler iki meşru hükümet arasındaki bu anlaşmanın onaylanacağı yönünde. Anlaşmanın devamlılığı için Türkiye UMH desteklemeye devam etmek zorunda zira halife Hafter anlaşmayı yok hükmünde kabul ediyor. Yani Libya'da UMH hükümetinin düşmesi, anlaşmanın da çöpe gitmesi anlamına geliyor.

  Libya ile Türkiye arasındaki bu anlaşma EastMed e ket vursa da, İsrail-Yunanistan-GKRY üçlüsü projelerinden vazgeçmediler ve 2 Ocak tarihinde Yunan-İsrail başbakanları GKRY cumhurbaşkanının katılımıyla Atina'da EastMed in imza töreni yaptılar. İtalya'nın ise anlaşmaya daha sonradan dahil olacağı bildirildi.

  En ilginç açıklamalar ise Yunan başbakan Miçotakis'den geldi. Türkiye'yi kast ederek bu projenin hiç bir ülkeye tehtid olmadığını, her ülkenin katılımına açık olduğunu, tek şartın dahil olacak ülkenin iyi komşuluk ilkelerine ve uluslararası hukuk kurallarına saygılı olması gerektiğini belirtti.

  Bölgedeki gazın taşınması için 2 alternatif olduğunu söylemiştim. Biri boru hattı diğeri sıvılaştırılmış şekilde gemilerle taşınımı. Şimdilik boru hattı inşasını bir kenarda bırakarak LNG yöntemini konuşalım. Burada kritik konumda iki ülke bulunuyor: Mısır ve İsrail. Bu iki ülkenin Türkiye ile olan ilişkilerinde çok kısaca bahsetmiştik ancak Mısır-İsrail arasındaki ilişkiden de kısaca bahsetmek istiyorum.

  2003 yılında Mısır-Lübnan arasına gaz borusu inşa edilerek Mısır Lübnan'a gaz ihracına başladı.  Bu hat 2008 yılında İsrail'e bağlandı ve böylelikle Mısır İsrail için önemli bir gaz tedarikçisi haline geldi. Mısır Lübnan ve İsraile boru hattıyla gaz satmasının yanında Türkiye, Singapur gibi ülkelere LNG ihraç ediyor ve halihazırda önemli LNG dönüşüm tesislerine sahip.

  İsrail'in yeni doğal gaz rezervleri keşfetmesiyle olaylar tersine dönüyor. İsrail  artık enerji ihraç eden konumda olmak istiyor ama çıkardığı doğal gazı kime satacağı konusu biraz sıkıntılı. Avrupa gazı almak istiyor lakin bir enerji nakil hattı yok ve İsrail LNG tesislerine sahip değil. Bu noktada İsrail'in talihi biraz yaver gidiyor(!) ve Mısır gaza talip oluyor.

  Sürecin gelişimi biraz karışık aslında. Mısır'ın ihraçcı pozisyonundan ithalatçı pozisyonuna geçiş sebebi Mısır'da artan enerji arzı ve Avrupa'ya LNG satışı olarak gözükse de perde arkasında durum farklı, çünkü zaten Mısır kendisine ve ihracatına fazlasıyla yetecek doğal rezerve sahip. İsrail'den gelecek -burada İsrail gazının pahalı olduğunu vurgulayalım- gaz Mısır'a ekonomik olarak ne kadar faydalı olacağı konusu muallakta.

  Perde arkasını daha net görebilmek için geçmişten günümüze doğru  incelemek lazım. Mısır'ın önceki hükümeti İsrail ile yapılan gaz ihracatı anlaşmasında yolsuzluk yaptıkları iddiasıyla suçlanıyor. Buna gerekçe olarak ise İsrail'e -rüşvet karşılığında- dünya piyasasının altında gaz satışını onaylayan anlaşmayı gösteriliyor. Sonuç olarak eski bakan ve bir iş adamı(eski başbakan Mübarek'e yakınlığı biliniyor) 15 yıl hapise çarptırılıyorlar(İkisi de kaçak durumda). Yapılan anlaşmanın   fiyatın, piyasının yarısı olarak belirlendiği yönünde olduğu düşünülüyor. Tedarikçi firmanın ise Mısır istihbarat servesi tarafından desteklendiğine dair bulgular var. Yani anlaşmadan sorumluların cebi doldurularak bir şekilde İsrail'e ucuza gaz tedariğini sağlanıyordu.

  İsrail'e gaz ihracının durması ise 2011 yılında boru hattına teröristler tarafından yapılan sabotajların ardından gerçekleşiyor. 2008 yılında imzalanan anlaşma 20 yıllıktı ve Mısır kendi içinde artan gaz ihtiyacı ve sabotajlar sonrasında sözleşmedeki ihraç miktarına ulaşamadı.  Yıllık gaz tedariğini sağlayamadığı ve şirketlerinin bundan dolayı yüksek maliyette elektrik ürettiği gerekçesi ile İsrail'li ithalatçı elektrik firması konuyu uluslararası boyuta taşıdı ve Mısır, uluslar arası tahkim mahkemesi tarafından  tazminata mahkum bırakıldı.

Tahkim kararı için -->https://pacer-documents.s3.amazonaws.com/36/202064/04516889014.pdf

Mısır'ın itiraz ve temyize gitme süreçleri devam ederken 2013 de darbenin ardından Mursi indirildi. Daha sonrasında ise 2014 de ordu görevinden istifa eden darbeci Sisi cumhurbaşkanı seçildi(!). Bundan sonraki süreçte ise 2018 yılında çıkarılan yasa ile Mısır özel şirketlerine gaz ithal etme hakkı tanındı. Aynı yıl içerisinde İsrail ile gaz ithalatı için 10 yıllık ve 15 milyar dolar değerinde anlaşmaya varıldı.

  İsrailden alınacak gaz Mısır iç pazarı için pahalı olarak görülüyor ancak Mısır aldığı gazı LNG şeklinde satmakta serbest ve öncelikli hedef Avrupa'ya satış yapmak.

  Böylelikle İsrail'den çıkarılan gazın dolaylı da olsa Avrupa'ya transferi sağlanabilecek ancak bu İsrail'in ve Avrupa'nın istediği miktarlarda ve ekonomiklikte gerçekleşmeyecek. Bundan dolayı hâla daha bölgeden Avrupa'ya uzanan bir enerji nakil hattı şart.

  Hâl böyle iken Türkiye - her ne kadar yok sayılsa da- bölgede çok kritik bir stratejik konuma sahip. EastMed'in Türkiye'nin izni olmadan ve teknik/mali açıdan sürdürülebilir şekilde inşa edilmesi neredeyse imkansız. Başta İsrail olmak üzere bölge ülkeleri bir boru hattının inşası için mutlaka Türkiye'yi de denkleme dahil etmeleri gerekiyor. Türkiye'yi görmezden gelerek yürütülen planların hukuksuzluğu ve teknik açıdan zorluğu ortada.

  Bu konuyu İsrail'de çok iyi biliyor aslında çünkü EastMed yerine Leviathan havzasından Türkiye Ceyhan'a uzanacak bir hat daha ekonomik olacaktır. Ceyhan-Leviathan arası 485 km iken Yunanistan-leviathan arası 1000 km yi geçiyor.


http://gasprocessingnews.com

Türkiye-İsrail arasında inşa edilecek gaz hattı iki ülke için de kazan-kazan yaratacaktır; çünkü aslında Türkiye'ninde en az AB kadar enerji tedariğini çeşitlendirmesi gerekiyor. Türkiye'nin  doğal gazda Rusya %50 bağlı olduğu -hatırlarsınız Ab nin oranı %25 di- gerçeği göz önünde bulundurulursa Türkiye'nin de böyle bir hatta ihtiyacı olduğu açıktır.

  İki ülkenin çıkarları açısından kazan-kazan durumu bu kadar açık olmasına rağmen iki ülkenin de iç politikasını kontrol etmek için uyguladıkları dış politika ve sonrasındaki diplomatik krizler durumu buraya getirdi.

  2016 yılında Türkiye-İsrail ilişkileri normalleşmeye başlasa da henüz böyle bir projenin gerçekleşmesi için yeterli seviyeye geldiği söylenemez. Bilindiği gibi Netanyahu'nun MaviMarmara olayı için özür dilemesi ve tazminatı kabul etmesiyle normalleşme adımları atılmaya başlanmıştı. Daha sonrasında Türkiye de baskın hakkında sembolik mahkemeyi iptal etmiş ve Erdoğan, İsrail hakkında "siyonizm insanlığa karşı suçtur" sözlerini geri aldığını belirtmişti.

 Ben eninde sonunda Türkiye ve İsrail'in  çıkarların ortaklığını iç politikanın kontrolüne  kurban etmeyi bırakıp bir anlaşmaya varacağı düşüncesindeyim. İşin matematiği de bunu gösteriyor. İsrail gazının Türkiye'ye üzerinde Avrupa'ya bağlanması Türkiye için hem yeni bir tedarik alternatifi oluştururken hem Avrupa karşısında stratejik konumunu yükseltiyor. İsrail içinse zaten EastMed in ütopikliği ve Mısır üzerinden satışın yetersizliği ortada.

  İki ülkenin Suriye üzerlerindeki çıkarlarının paralel olduğunu söyleyebiliriz aslında. İki ülke için de rejim düşman unsur olarak görülüyor ve İran'ın başta Suriye olmak üzere bölgede etkinliğini artırması tehtid olarak algılanıyor. Belki ilerleyen dönemde Türkiye ve İsrail'in Suriye konusunda karşılıklı çıkarları için ortak hareket ettiğini görebiliriz.

  Ülkeler arasında ebedi dostluk ve husumetlerin değil çıkarların etkili olduğu dünya siyasetinde her şeyi görmek mümkün nasıl olsa. Bugün ak denilen şeyin yarın kara olmayacağı konusunda bir güvencimiz yok.

  Son olarak şunları söylemek istiyorum, ilkokuldan beri Türkiye'nin Doğu ve Batı arasında önemli bir stratejik konumu olduğunu biliyoruz. Ortadoğu bataklığının yanı başında yer alsak da Türkiye  stratejik konumu ve sahip olduğu ordusuyla bölge için yokmuş gibi davranılamayacak bir ülke konumunda. Yürütülecek etkin dış politika ve kararlı stratejiyle Türkiye'nin ulusal çıkarları ve geleceği açısından başarılı işler gerçekleştirmek işten bile olmayacaktır.


İsrail Gazının Avrupa'ya Taşınması ve Türkiye'nin Stratejik Önemi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evrimsel Biyoloji Öğrenmek Bize Ne Kazandırır?

Covid-19 Kapitalizmin Sonunu Getirecek Mi?

SOSYOLOJİ NEDİR

Eşcinsellik Üzerine

İnsanların Evrim ile İmtihanı