Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın
mücadele ettiği cephelerden biri de Irak Cephesiydi. İngilizler bölgedeki
petrol yataklarını kontrol altına almak için Basra’ya çıkarma yapmıştır.
İngilizler bazı yerel aşiretlerin de desteğini ile cephede başarı göstererek
ilerleme kaydettiler. İngiliz ordusu genel olarak Hindistan sömürü bölgesinden
getirilen askerlerden oluşmaktaydı. Charles Vere Ferrers Townshend ise bu
Britanya-Hint ordusunda görev yapan bir generaldi.
|
Charles Vere Ferrers Townshend
|
Savaş öncesi yaşamına bakıldığında
varlıklı ve nüfuz sahibi bir aileden geldiği görülen Townshend, Kraliyet Askeri
Kolejinde eğitim gördü. Askerliği süresince müzik salonlarında çokça vakit
geçirip banjo çalması ile dikkat çekti ve kimileri tarafından da
davranışlarının aşırılığı yüzünden züppe olarak tarif edildi. Tüm bunlara
rağmen hırslı bir kişiliği vardı. 1884’de Sudan seferine katıldı. 1891’de Hunza
Naga Savaşında ve Nilt kuşatmasında yer aldı. İngiliz ordusuyla Afganistan-Hindistan’da
pek çok yerde görev yaptı.
Birinci Dünya Savaşı çıktığında ise
daha önceden bölgede görev yapması dolayısıyla Hindistan’da görevlendirildi.
Osmanlı’nın da savaşa Almanların yanında dahil olmasıyla, Almanların Hindistan
bölgesinde -halihazırda uzun süredir çabaladıkları gibi- yerel halkı
Britanya’ya karşı kışkırtıp isyan çıkartmaları daha olası hale geldi; çünkü
Osmanlı halifesi savaşa girerek tüm Müslümanları Rusya-İngiltere ve Fransa’ya
karşı cihat’a çağırdı. Her ne kadar bu çağrı bir sonuç vermese de İngilizler
bölgede çıkabilecek olası bir isyana karşı diken üstündeydi.
İşte Townshend da bu yüzden yani
olası bir isyan durumunda müdahale etmesi için Hindistan’da görevlendirilmişti
ancak kendisi bu pasif görevden pek de memnun değildi. Israrları sonucu
İngilizlerin İran’daki petrol üretimini koruması için Nisan 1915’de İngilizler
tarafından işgal edilen Basraya geldi. Bu yolculuğu sırasında kaleme aldığı
hatıralarına kendini Doğu Roma İmparatorluğunun başkomutanı Belisarius’ a
benzeterek “Kim bilebilir sonunda Mezopotamya valisi olmayacağı mı? ” cümlesini
not düşmüştür.
Bu kadar hırslı olması generalin
gözünü kör edecek ve telafisi olmayan durumlara sokacaktı. General Townshend
cephede özellikle komutasındaki Sikh 22. Pencap Alayına çok güveniyordu ayrıca
hatıralarına yazdığı kadarıyla karşısındaki Osmanlı ordusunu çok küçümsüyordu.
Osmanlı mevzileri hakkında "kum iskele gibi
cılız bir ahşap yapı" yorumunda bulunup bunu hatıralarına yazsa da komuta
ettiği birlikler ağır silah ve iletişim aletleri gibi yeterli teknik imkânlara
sahip değildi. Sahip olduğu gereğinden fazla hırs bunu görmesini
engelleyecekti.
General Townshend’in
ilk hedefi Bağdat’tı. Petrol bölgesini ele geçirmiş İngilizler için Bağdat’a
ulaşmak stratejik açıdan çok gerekli olmasa da General Townshend
–hatıralarından anladığımız kadarıyla- bir zamanlar hilafetin ve Abbasilerin
başkenti olan Bağdat’ı alan kişi olmak istiyordu. İngiliz hükümeti de
Çanakkale’de yitirilen saygınlığın, her
ne kadar şu an bitap ve yıkık durumda olsa da tarihsel ve manevi açıdan Osmanlı’nın
önemli bir şehri olan Bağdat’ı alarak geri kazanmak istiyordu. General, Osmanlı’ya
isyan eden yerel arap aşiretlerin de desteğini alarak Bağdat’a doğru ilerlemeye
başladı. Osmanlı birlikleri çok bir mukavemet gösteremedi yol boyunca. General kazandığı
çarpışmaların ve kolay ilerleyişin sarhoşluğundaydı haklı olarak. Kasabalar tek
tek Osmanlı’dan alınırken pek çok esir de ele geçiriliyordu.
Townshend, 29 Eylül 1915 tarihinde
ise güçlü bir direnişe rağmen Kutülammare’yi Osmanlı’dan aldı. Birliklerinde
tifüs görülmeye başlamıştı ve Kutülammare’yi alırken ciddi kayıplar vermişti.
Biraz bekleyip toparlanmak yerine İngiliz karargâhından gelen emire uyarak Bağdat’a
doğru harekete geçti. Ama olaylar hiç düşündüğü gerçekleşmedi. Sakallı Nurettin
Paşa komutasındaki Türk ordusu Townshend’ı Bağdat’ın güneyinde durdurdu.
Yapılan Selman-ı Pak Muharebesinde iki taraf da birbirine üstünlük kuramasa da general
Kutulammareye doğru çekilmeye başladı.
Artık buradan sonra olaylar tersine
dönmüştü. Hint-Anglo birlikleri kaçıyor Türk ordusu kovalıyordu ama Osmanlı da
ağır kayıplar vermişti. Nurettin Paşa generali çevreleyip tamamen imha edemeden
İngilizler kasabaya ulaştı. Townshend yenilgisini o çok güvendiği Hint
birliğinin beceriksizliğine bağladı ve tabir yerindeyse kendisine toz
kondurmadı. Bağdat’ı alma hayalleri toz olmuştu. Artık hedefi Mezopotamya
fatihi olmak değil, Kut’u çevreleyen Osmanlı birliğinden paçayı kurtarmak ve
kaybettiği itibarını kazanmaktı.
Kasabanın çevresi Enver Paşanın
amcası Halil Paşa tarafından tamamen kuşatıldı. İçeridekiler için sıkıntılı
günler başlıyordu. Zaten hastalık belirtileri gözlenmeye başlamıştı ve general
artık ordusundaki Hintlilere eskisi kadar güvenmiyordu. Müslüman Hintli
askerler fırsat buldukça firar ediyordu. Yine de Müslüman olmayan diğer
Hintliler orduda kalmaya devam ettiler.
Türk ordusu ise kuşattıkları
kasabaya birkaç taarruz girişiminde bulunsalar da başarı gösterilemedi. Bunun
yerine kuşatmaya devam ederek İngilizlerin direncinin kırılasıya kadar bekleme
kararı alındı. Townshend kıstırılmış ve paniğe düşmüş haldeydi. Elindeki erzak
6 ay yetecek kadar olmasına rağmen İngiliz karargâhına yanlış bilgi vererek
elinde 1 aylık erzak kaldığını, durumlarının çok ciddi olduğunu bildirdi.
Bildiriyi alan İngiliz karargâhı da
telaşa kapıldı. Alelacele bir yardım planı hazırlanarak Kut kasabasına
gönderildi, ancak ayrıntılarının hazırlanma imkânı bulunamayan bu harekat
Osmanlı ordusu tarafından başarıyla etkisiz hale getirildi. Kuşatma boyunca
kasabaya havadan ikmal yapılmaya çalışılsa da başarılı olmadı veya yeterli
gelmedi.
|
Kuşatmadan sonrada Hint askerleri |
|
Belli bir süreden sonra cidden erzak
sıkıntısı çekilmeye başlandı. Hatta kuşatmanın sonlarına doğru İngilizler
açlıktan ölen atları gömdükleri mezarlardan çıkarıp yemeye başladı. İnançları
gereği inek eti yemeyen Hintliler daha da kötü durumdaydı. Ayrıca bit, pire
sivrisinek vs. kasabadaki askerlerin canını en çok sıkan şey oldu. Bunlar ve
bunların getirdiği hastalıklar İngiliz birliğini tabiri yerindeyse kırdı
geçirdi. Osmanlı tarafından yapılan top atışları belki fiziksel olarak ağır
hasarlar vermiyor ama psikolojik olarak İngiliz ordusunda devamlı bir
tedirginlik ve moral çöküntüsü oluşturuyordu.
General Townshend tarafından birkaç
kez kuşatmayı yarma harekâtı yapılsa da başarıya ulaşılamadı. General durumun
ciddiyetini anlatan ve yardım birliği istediği pek çok bildiriyi karargâha
gönderse de bu yardımlardan hiç biri ulaşamadı. Generalin artan ümitsizliği ile
birlikte bildirilerindeki yardım isteğinin ağırlığı da artıyordu. Öyle ki karargâha
gönderdiği bir mesajda Kut kentinde İngilizlerin yenilgisi, Müslüman coğrafya
üzerindeki İngiliz hegemonyasının sonunu getirecek ve başlayacak isyan dalgası
İngilizlerin mağlubiyetine vesile olacaktı. Bu yüzden acilen ne kadar gerekiyorsa
gereksin bir kuvvetle tez vakitte Kut kasabasına yetişilmeliydi. Çaresizlik arttıkça
kuşatmayı yapan Osmanlı subaylarına kuşatmayı bitirmeleri için rüşvet bile
teklif edildi. Hatta Osmanlı Hükümetine İngiliz birliğinin serbest bırakılması
için para da teklif edildi ancak tüm bunlar geri çevrildi.
Artık sona gelinmişti ve general 29
Nisan 1916’da kasabayı Halil Paşaya teslim etti. Halil Paşa durumu dâhiliye
nezaretine bildirmek için aşağıdaki teli çekti.
Dahiliye Nezareti’ne
Allah’ın
yardımıyla bugün Kutülammare müstahkem mevkii zapt ve işgal edildi. Beşi
general olmak üzere 500 subay ve 13 bin İngiliz askeri esir alındığını arz ve
müjdelerim.
29 Nisan
1916
Bağdat Valisi ve Altıncı Ordu
Kumandan Vekili Tuğgeneral
Halil
|
Halil Paşa ve silah arkadaşları |
|
Çanakkale zaferinden sonra bu zafer İmparatorluk’ta
coşkuyla karşılandı. Doğu cephesinden kötü haberler gelse de, Ruslar Erzurum’a
kadar gelmişti, alınan zafer büyük bir ümit kaynağı oldu.
İngiliz tarafında ise etki tam tersi
suretteydi. Gelibolu’dan sonra üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk bir kez
daha Türklere yenilmişti. Üstelik verdiği zayiat çok fazlaydı. Toplamda 5
general 272 subay 2500 İngiliz ve 7000 Hintli asker, bunlara ek olarak 3200
muharip olmayan asker esir düşmüştü.
Yenik düşen General Townshend kılıcını ve
silahını Halil Paşa’ya teslim etse de Halil Paşa kılıcını generale iade eder. Burada Plevne kahramanı Gazi Osman Paşaya gösterilen hürmet aynı şekilde generale de gösterilmek istenmiştir. Sonuç olarak 2
Mayıs 1916 günü general o çok istediği Bağdat’a Dicle nehri boyunca bir motorlu
tekneyle ulaşmak üzere yola çıkartılır. Bu esnada askerlerinin önünden geçerken
tezahüratlarla yolculandığı bildirilir.
Kendisi Bağdat’a doğru giderken,
Halil Paşa’dan özel ricada bulunduğu üzere köpeği Spot da Londra’ya doğru yola
çıkar. Bağdat’tan sonra ise kısmen trenle kısmen at arabasıyla
Bağdat-Musul-Halep yoluyla Tarsus’a ulaşılır. Buradan bir trenle İstanbul’a sevk
edilir. Nihayet 3 Haziran’da İstanbul’a varır. İstanbul’a vardığında nasıl karşılandığını
kendinden okuyalım:
“İstanbul’un karşı kıyısında, Üsküdar’da bulunan büyük
Haydarpaşa Garına akşama doğru 5.30’da vardık. Peronda beni Birinci Ordu
Komutanı, onun erkânı ve Harbiye Nezareti’nden
çok sayıda yetkili karşıladı. İstasyonda halktan da çok sayıda insan vardı. İshak Bey ile Bahriye Yaveri
Tevfik Bey (hususi yaverim
olarak görevlendirilmişti ve
beni karşılamak üzere Haydarpaşa’ya gelmişti) beni orada bütün subaylarla tanıştırdı.
İstasyonun bekleme salonunda beni ağırladılar
sigara ve kahve ikram ettiler. Bu tavır karşısında savaş esiri olduğumdan bile şüphe ettim. O kadar saygı ve hürmetle karşılandım ki, kendimi İstanbul’u teftişe gelmiş gibi
hissettim.”
Burada sözde bir savaş esiri olacak
kalacaktı ancak sanki bir onur misafiri gibi el üstünde tutuldu. Önce
Heybeliada’da bir ev tahsis edildi kendisine. İstanbul’da birkaç kez Enver Paşa
ile muhabbet kurma fırsatı buldu. Kendisi Türkçe, Enver Paşa ise İngilizce
bilmiyordu ama Fransızca konuşarak anlaştılar. Enver Paşanın talimatıyla
İstanbul’da özgürce dolaşmasına izin verildi. Bir vakit İngiltere hükümeti,
generalin eşini ve çocuğunu generalin yanına göndermek istedi. İstek Osmanlı
tarafından kabul edilse de savaş şartları yüzünden bu gerçekleşmedi.
Generale esirliği(!) süresince
sıkıntı çekmemesi için maaş bile bağlanır. Traji komik olarak bir müddet sonra
general savaş yüzünden hayatın giderek pahalılaşmasını sebep göstererek kendisine
bağlanan 95 liranın yetmediğini zam yapılarak 120 liraya çıkarılması isteğini
bildirir. Neyse ki bu istek Osmanlı makamlarınca bağlanan maaşın rütbesine
uygun olduğu belirtilerek geri çevrilir. Eğer dilerse ABD elçiliği üzerinden
İngiliz hükümetinin kendisine para göndermesine karışılmayacağı da bildirilir.
İkametgâh yeri daha sonra, ekim
ayında havalar soğuduğu ve Heybeliada’daki ev yeterli ısıtmayı sağlamadığı
için, Büyükada’daki İngiliz Konsolosluğu olarak değiştirilir ve yanına
muhafazasını sağlamak için bir müfreze yerleştirilir.
General yenik düşmüş bir esir
komutandan ziyade zafer kazanmış bir komutan edasıyla İstanbul’da
dolaşmaktadır. Tabi yanında hareketlerini izlemesi ve raporlaması için bir
yaver bulunuyordu ama bu raporların yazdığından da anlaşılacağı üzere general
eski yaşamındaki züppe tarzından vazgeçmemişti. İstanbul’da gece hayatından ve
eğlence yerlerinden uzak kalmıyordu. Hatta dönemin ünlülerinden olan Olga’yı
metresi yapmıştı. Raporda bunun geçmesinin sebebi Olga’nın amcası divan-ı harpte
casusluktan ceza alması ve bu yakınlaşmadan dâhiliye nezaretinin hoşlanmamasıdır.
Generale ayrıca bir teknenin de tahsis edildiği bildirilmektedir. Yine sarayda
adına birkaç kez kabul töreni düzenlenmiş ve bunlara katılmasına izin verilmiştir.
General için işler tozpembe a yolunda giderken,
birkaç kez firar girişiminde bulunsa da, imparatorluk için günler gittikçe
kötüleşmektedir. Sonunda Osmanlı ateşkes talep ederek savaşta yenildiğini kabul
eder. Tabi artık generalimiz yenik bir devlette, muzaffer bir ordunun
subayıdır. Hırslı karakterini burada da gösterir. Mütarekede kazançlı bir
anlaşma için aracılık edebileceğini söyleyerek Osmanlı hükümetine başvurur. Karşılığında
isteği ise serbest bırakılmasıdır.
İsteği kabul edilir ve özgür biri
olarak İzmir’e oradan da Rauf Bey ve ekibiyle Mondros’a gelir. Osmanlı için çok
ağır şartlar içirmesine rağmen anlaşma imzalanır. İmzalanan mütareke ilk başta
İstanbul’da zafer kazanılmış gibi algılanır ancak Mustafa Kemal gibi kişiler
anlaşmanın işgale resmi zemin hazırlayan maddelerine dikkat çekerek bunun bir
esaret belgesi olduğunu bildirirler.
General Townshend, Rauf Bey
tarafından İstanbul’a davet edilse de general İtalya-Fransa üzerinden 9Kasım
1919’da İngiltere’ye, evine ulaşır. Karısına, kızına ve köpeği Spot’a kavuşur.
Aslında Londra’ya döndüğünde kendisinin mütarekeyi imzalatan kişi olarak bir
kahraman gibi karşılanacağını beklemektedir ancak hayal kırıklığına uğrar.
Orduda görev alma isteği reddedilir. Artık askeri kariyeri bitmiştir. İngiliz
tarihine çok ciddi bir mağlubiyet kazımıştır çünkü.
Bundan sonra anılarını toparlayıp
kitap haline getirdi. Bu dönemde general ilginç kararlar aldı. Belki bunda
İngilizler tarafından üzerinin çizilmesi ve kara leke olarak görülmesinin de
etkisi olabilir. Şöyle ki savaş bitince müttefikler Osmanlı’da savaş
suçlularını yargılamak için mahkemeler kurdu. Bu mahkemelerde başta sözde
ermeni soykırımı bahane edilerek Enver Cemal Talat paşalar gibi önde gelen Türk
yöneticileri savaş suçlusu bulup idam edeceklerdi.
İttihatçıların as kadrosu bu
mahkemelere çıkmadan ülkeden kaçsa da pek çok Türk subay ve memur sahte kanıt
ve tanıklarla bu mahkemelerde idam edildi. Sonuçta ortada kazan bir taraf vardı
ve adalet terazisinde kazanan taraf ağır basıyordu. Bu mahkemedeki
suçlamalardan biri de Kut’ta esir alınan İngiliz-Hint askerlerinin bilerek ölüm
yolculuğuna çıkarılmaları ve işkence ile öldürülmeleriydi.
Tam da bu noktada General Townshend
böyle bir suçlama yapılması durumunda İngiliz aleyhinde tanıklık edeceğini
bildirmiştir. Burada belki söylediğim gibi İngiliz otoritesi tarafından gözden
düşürülmesi etkili olabilir ya da Enver Paşayla kurduğu yakın arkadaşlık veya İstanbul’da
geçirdiği sürede Türkler için beslediği güzel duygular da etkili olabilir.
Daha sonraki dönemde politikaya
atılıp Avam Meclisine girdi ancak gün geçtikçe ortaya çıkan belgelerle ve
şiddeti artan eleştirilerle karşılaştı. Eleştirilerin odağı gösterdiği askeri
başarısızlık, kuşatmadaki pasif tutumu ve dahası emrindeki askerler esaret
altında kötü şartlarda ölürken onun düşman topraklarında sefa içerisinde
yaşaması oldu.
1922 yılında kendi isteği ile milletvekili
olarak Türkiye’ye gelerek Mustafa Kemal ile görüştü. Görüşme Konya’da
gerçekleşti. Aslında Türkiye’ye gelişi de biraz sıkıntılıdır. Avam kamarasında
muhalif parti saflarındadır ve hükümet Türkiye’ye girmesi için pasaport
çıkartmaya yanaşmamıştır ilk başta.
Townshend 22 Mart 1922’de Dış işleri
bakanına Türkiye’ye gidip ulusal hareketin lideri Mustafa Kemal ile görüşüp
uzlaşma sağlamak istediğini bildirse de aldığı yanıt ‘düşman memleketine
gidilmez’ olmuştu. Pasaport verilmediği için mecliste şiddetli tartışmalar da
çıkmış muhalefet hükümeti şiddetle eleştirmiştir. En sonunda 100 e yakın
vekilin onayı ve ısrarıyla Türkiye’ye gitmesi kabul edilmiştir. O dönemde Evening
News Gazetesine verdiği röportajda Türkiye’ye gidiş amacını Avam kamarasındaki
pek çok azanın da onayıyla Kemal Paşayla görüşmek ve Türkler üzerindeki
nüfuzunu kullanarak İngiltere çıkarları doğrultusunda Mondros da olduğu gibi
yeni bir sulh temin etmek olarak açıklamıştır.
Yani anlaşılan general yeniden arabuluculuk
rolüne bürünmüştü. Belki bu sayede itibarını yükseltebilecekti. Ama hükümet
tarafından verilen pasaport sadece İngiltere’den Türkiye’ye kadar olan karayolu
devletlerini (Fransa- İtalya Avusturya gibi) kapsıyordu. Türkiye pasaportu yine
çıkmamıştı. Zaten pasaportu da akrabalarını ziyaret edeceğini söyleyerek
çıkarmıştı. Buna rağmen yine de yola çıktı. İlginç bir hadise olarak Fransa’ya
vardığında Paris mümessilimize Türk ordusunda görev almak istediğini
bildirmişti. Bunda ne kadar ciddiydi bilinmez ama aldığı cevap orduda yabancı
subay bulunduramayacakları oldu. Yine de Ferit Bey durumu Ankara’ya bildirince
olumsuz cevap gelse de misafir olarak Ankara’ya davet edilmişti.
General Konya’ya gelince Mustafa
Kemal Akşehir’e geçti. Nutuk’ta bu olay yazılıdır “Konya’ya gelen Townshend la
görüşmek üzere Ankara’dan hareket edip Batı Cephesi Karargâhının bulunduğu
Akşehir’e geldim. ” Görüşme resmi bir görüşme değildi. Hatta İngiliz hükümeti
karşıydı. Yapılan açıklamada ‘bu seyahatin hükümet bilgisi dışında olduğu’ belirtilmiştir.
Bu açıklamanın yapılmasında Londra-Ankara anlaşmasının yapılmasından endişe
duyan İstanbul hükümetinin şüpheleri de etkilidir.
Neler konuşulduğuna gelecek olursak bunları
Atatürk tarafından Rauf beye durumu anlatan telgraftan anlıyoruz ki İtilaf
devletleri Yunanların Anadolu’da daha fazla duramayacaklarını ancak sulh için
Türk tarafının Trakya’da hak iddia etmemesi gerektiği belirtiliyor. Yine
boğazlar için İngiltere’nin düşüncesi bir çok uluslu komisyon ve
kapitülasyonların devamı. General Townshend’in şahsi düşüncesi ise Türk
istiklal hareketinin haklı bir dava olduğu yönünde.
Townshend bu görüşmeden o kadar çok
etkileniyor ki şu cümleleri yazıyor daha sonra “Ben
Şimdiye Kadar 15 Hükümdar ve Cumhurbaşkanları ile Özel ve Resmi Konuşmalar
Yaptım. Bu Geceki Kadar Ezildiğimi Hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de Büyük Bir
Ruh Kudretinin Esrarı Var”
Kendisini Irak’ta Doğu Bizans
komutanına benzeten general şimdi de Mustafa Kemal’i Napolyon’a benzetiyor onun
askeri dehasını ve liderliğini övüyordu. Görüşme sonrası Mustafa Kemal generale
bir tesbih ve saat hediye ederek “Bu saati Anafartalar’da bir Türk askeri ölen
bir İngiliz subayından almış, bana verdi. Subayın adı arkada yazılı. O vakit
ailesine ulaştıramamıştım. İngiltere’ye döndüğünüzde siz teslim ediniz.
Daha sonra Ankara’ya da geçen Townshend
birkaç gün sonra Türkiye’den ayrılır. Daha sonra ülkesine dönen general Türklerle
acilen barış yapılması gerektiğini, Türklerin de Yunanların Anadoludan
çekildikten sonra buna sıcak baktıklarını bildirmiştir. Sebebi ise İngilizler
Ankara karşısında Yunanlıları desteklerken ABD-Fransa-İtalya gibi devletler
Ankara ile iktisadi yatırımlar konusunda görüşmeler yapmaktadır ve gün geçtikçe
maliyeti artan savaşın özellikle Hindistan bölgesinde bir ayaklanma çıkarma
olasılığı büyüktür.
General Townshend gördüğü Türk
misafirperverliğini ve Türk haklı direnişinin sebeplerini unutmamış ve her
fırsatta başta kendi ülkesi İngiltere’de olmak üzere sıkça dile getirmiştir.
1924 yılında ise hayatını kaybetmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder
Kıymetli yorumlarınız bizim için önemlidir. Bize ulaştırdığınız her öneri ve görüşü, eleştiriyi dikkate alıyor ve değerlendiriyoruz.