Atatürk Bu Ülkeye Ne Kattı?

Atatürk bu ülkeye ne kazandırdı sorusuna yüzlerce sayfalık bir cevap verilebilir ancak ben kısa bir cevap ve ardından bu cevabı temsilen iki örnek aktaracağım. Cevabım Atatürk, bu ülkeye saygınlık kattı. Milli onur ve haysiyetini yeniden kazanma fırsatı verdi. Yüzlerce yıllık tarihine, sahip olduğu mirasa yaraşır onurlu bir ülke yarattı. Özellikle imparatorluğun son dönemlerine doğru sadece vergi ve asker istenilince akla gelen unutulmuş, ötelenmiş, kendi devletinde ikinci sınıf vatandaş haline gelmiş Türk insanını köylüsüyle şehirlisiyle kadınıyla erkeğiyle askeriyle çiftçisiyle bir bütün olarak hak ettiği saygınlığa ulaştırmıştır.


    Şimdi size sırasıyla iki farklı askerin farklı zamanlarındaki iki olayı anlatacağım. Birinci olay Abdülhamit dönemi Jandarma Halim olayı diğeri cumhuriyet dönemi Er Musa olayı.

    1878 yılında 93 Osmanlı-Rus harbinin sonucu olarak Ayastefanos Anlaşması imzalanır. Ruslar doğuda pek çok toprağımızı ele geçirdikleri gibi batıdan da ,Osman Paşa’nın Plevne müdafaası gibi önemli direnişe rağmen , çok büyük ilerleme kaydettiler. Hatta Rus birlikleri ancak Yeşilköy(Ayastefanos)’de durdurulabilmiştir. Ağır hükümler içiren anlaşma da burada imzalanır. Ruslar tarafından bir anıt kulesi de dikilir buraya. Daha sonradan bu yapı Enver Paşanın emriyle dinamitle havaya uçurulur ve bu an kameraya alınarak Osmanlı döneminin ilk video kaydı olur bildiğim kadarıyla.
Utanç Anıtının Yıkımı





    Daha sonradan Rusya lehine ağır şartlar içeren bu anlaşma Avrupa devletlerinin tepkisini çeker ve Ayastefanos’un şartları hafifletilip Berlin Anlaşması imzalanır. Bu Berlin Anlaşmasının maddelerinden biri de Selanik, Manastır. Kosava gibi vilayetlerin ıslıhat yapılması şartı ile Osmanlı’da kalmaya devam etmesidir. Tabi bu madde ile her ne kadar bu coğrafya Osmanlı’da kalsa da Rusya başta olmak üzere diğer ülkeler bu reformların gözlemlenmesini ve denetlenmesini bahane ederek Osmanlı’nın iç işlerine karışma fırsatı yakalıyordu.

    Manastır’daki Rus konsolosu Rostkofsi de belki bu durumdan yüz bularak taşkınlığa ve hakaretlere varan eylemler yapmaktan geri durmuyordu. Bu davranışları bölgede o dönemde bulunan diğer ülkelerinin temsilcilerinin raporlarını da yansımıştır. Örnek olarak İngiliz Konsolosu Macgregor’un Rostkofsi hakkında ‘halka ve memurlara karşı nefret eylemlerine varan hareketlerde bulunduğunu’ yazan Selanik Başkonsolosluğuna gönderdiği yazı verilebilir. Kendisi hakkında hoş sıfatlar içermeyen hem Osmanlı hem başka ülkelerin memurları tarafından yazılıp tarihe kalan pek çok kaynak bulmak mümkün. Bu yazılarda konsolosun pek çok yere eften püften sebeple halktan kişileri azarladığı askerleri sebepsiz yere kırbaçladığı hakaret ve küfürler ettiği belirtilir. Yaptığı bunca taşkınlık Osmanlı’nın mevcut siyasi durumu yüzünden görmezden gelinmek zorunda kalınmıştır.

    Jandarma Halim ise bu taşkınlığına göz yumamayacaktır. Konsolos 8 Ağustos 1903 tarihinde resmiyetin dışında hatta sivil kıyafette iken bir karakolun önünden geçer. Nöbetteki Jandarma Halim resmi kıyafette olmayan konsolosu tanımaz ve haliyle selam vermez. Konsolos bu duruma sinirlenir ve askere bağırarak elindeki kamçı ile üzerine yürüyüp vurur. Bunun üzerine jandarma silahını ateşler ve konsolosu öldürür.

    Enver Paşa da olaya yakın bir yerdedir ve silah sesini duyup gelir. Anılarında ‘silah sesinin ardından koşarak karakola geldiğini ve neferin soğukkanlılıkla ‘ben vurdum’ dediğini’ aktarır. Vurulan kişinin konsolos olduğu anlaşılınca olay hemen Abdülhamit’e tel çekilir, durum anlatır. Rusya ile aralarının bozulmasını istemeyen padişah hemen divan-ı harp kurulmasını ister. Rusya’nın ve diğer devletlerin de baskısıyla sadece 5 gün sonra karar açıklanır. Alınan karar elbette adaletten uzaktır. Rusya’nın gönlünü ferah tutmak için Jandarma Halim idama hükmedilir. Bu da yeterli gelmez, olayda dahli olmayan diğer nöbetçi asker Abbas da cinayete engel olmama suçundan idama mahkum edilir. 2 kişiye de 15 yıl hapis ve 5 yıl kürek cezası, 2 subaya ordudan atılma cezası verilir. Bunlar Rusya’ya yetmez. Manastır valisi Trablusgarb’a sürgün edilir.
İdama götürülürken


    Yargılamada sırasında mahkeme görevlisi olarak atanan Enver paşa anılarında yargılamadan ‘Osmanlı’nın ebediyen namını lekedâr edilmesi” olarak bahseder. Zaten yargılamanın adil bir mahkemeden uzak, Rusya gibi bir devletin tepkisini engellemek amaçlı olduğu açıktır, ki bu engelleme birden fazla kişinin suçsuz yere ceza almasına ve daha kötü olarak vatandaşının onurunu korumakla görevli devletin alnına kara çalınmasına neden olmuştur.

    Şimdi buna benzer Cumhuriyet devrinde yaşanan Er Musa olayına bakalım. 14 Temmuz 1934 günü bir İngiliz savaş gemisi Kuşadasının karşısındaki Sisam’a geldiği bilinir. Aynı gün saat 15:00 gibi sahili gözetlemekle görevli Dipburun karakolu tarafından içinde 4 kişinin bulunduğu bir sandal denizde görülür. Hemen dur emri verilir ama teknedeki 4 kişi ansızın suya atlayıp kaçmaya başlayınca ateş açılır. 1 ölür, diğerlerine ne olduğu bilinmez. Teknenin ise İngiliz savaş gemisine ait olduğu anlaşılır.


    Olay hemen kaymakama bildirilir. Kaymakam Dilaver Bey telgrafı okuyunca donup kalır çünkü eğer olay doğruysa en az 1 İngiliz askeri öldürülmüş demektir bu. Hemen Ankara’ya bildirir olayı: “Çıplak halde bulunan dur uyarısına rağmen karaya çıkan ardından teslim olun ihtirana uymayıp kaçmaya çalışan kişiler erler tarafından vurulmuştur. Daha sonradan bu kişilerin İngiliz askerleri olduğu anlaşılmıştır. İngiliz harp gemisi bir Yunan motorunu sahilimize göndererek cesetlerin bulunmasını talep etmiştir.”

    Kaymakam Ankara’dan gelen cevabı beklerken İngiliz zırhlısı Dipburun açıklarında limandan 4 mil uzakta demirlemiştir. Hemen Ankara’ya tel geçilir:     “Gözetlemedeyim, harp gemisinden bir motor sahilimize geliyor. Karaya çıkmalarına izin verelim mi?”. Ankara cevap verir:”Motor liman reisi tarafından karşılansın, siz telgrafhanede durun.”

    Denilen yapıldı ama İngilizler kaymakamı ayaklarına istiyorlardı. Durum yeniden Ankara’ya iletilir. Bu sefer cevap veren İsmet Paşa’dır: ”Kaymakam limana gitmeyecektir. İstiyorlarsa makamında ziyaret ederler. ”

    2 kendinden emin İngiliz subayı ve 2 rum tercüman tıpış tıpış kaymakamlığa gelir hesap sormak için. Rumlardan biri konuşmanın Fransızca yapılacağını söyler, ancak kaymakam kendilerinin Türkçe bildiğini söyleyerek bunu kabul etmez ve konuşma Rumların tercümanlığında Türkçe yapılır. İngiliz subay küstah bir dille “Yüzmek için tekneyle dolaşan askerlere kıyıya 50 metre kala ihtarsız ateş açıldığını, birinin öldüğünü Türk makamlarının buna itirazı olup olmadığını ” sorar.

    Dilaver bey sakin bir dille olayın gerçek kısmını ve açılan ateşin kaçakçılığı önlenmesi kanuna uygun olduğunu, ölen asker için üzgün olduklarını belirtir. Konuşma başlayalı 2 saati bulmuştur.

    Subay cebinden bir kağıt çıkararak “hükümetimden, Osmanlı yetkililerine iletilmek için şu 3 talimatı aldım.” der. Kaymakam araya girer düzeltir. “Ben Türkiye Cumhuriyeti temsilcisiyim.”. Subay özür diler bunun üzerine ve 3 isteği sunar. Cesedi aramak için İngiliz botları sahile gelecek, tazminat ödenecek, ateş açan Er Musa cezalandırılacak.

    Konuşma biter. Kaymakam konuşmayı Ankara’ya özetler, istekleri iletir. Cevap derhal gelir. Kaymakamdan İngilizlere şu mesajı iletmesi istenir: “2 İngiliz motorlusunun 1 Türk gümrük muhafaza motoru ile birlikte cesedi aramasına izin verilecek.”. Ayrıca kaymakamdan ateş açan askerlerin soruşturması sorulursa soruşturmanın açıldığını kendi kişisel görüşü olarak yerlerinden alınacaklarını düşündüğünü söylenmesi istenir.

    Arama çalışmaları başlar ancak Alay kumandanı İlhami’nin Dahiliye vekaletine bildirdiğine göre Sisam önünde 4 kruvazör, 7 torpido bulunmaktadır ve Dipburun’a doğru gelmektedir. İngilizler açıkça gözdağı vermektedir. Durum Gazi paşaya iletilir. Paşanın tavrı nettir:

"Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesirli Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse Musa için Britanya İmparatorluğu ile hali mahasama (savaş) göze alınır... Kızılcahamam'dan şimdi Ankara'ya hareket ediyorum. Ege Bölgesi'nde kısmi seferberlik emrini veriyorum."

    Bu mesaj günlerce yorgunluktan bitap düşmüş genç kaymakamı çok duygulandır. Şöyle söyler kendisi bu tebliğ için: "Bu emir, bu haysiyetli ses, beni ağlattı. Bütün yorgunluğumu alıp götürdü. Genç bir kaymakam olarak, bütün benliğim gurur ve iftiharla sarsılıyordu. O günden bu yana birçok valilik ve müsteşarlıklarda bulundum. Atatürk'ün görev aşkını koruyan bu laflarını başka kimseden duymadım ve sözleri hiç unutmadım."

    Egede derhal seferberlik hazırlıkları başlar. Türkiye cidden bir askeri ,hatta bu asker er rütbesindedir, İngiltere ile savaşı göze almıştır. Hâlbuki İngilizlerin beklentisi aynı Jandarma Halim olayındaki gibi bir cadı avıdır. Olaylar bekledikleri gibi gelişmez. Türkiye askerinin onurunu ne pahasına olursa olsun korumaya hazırdır. İngiltere bu kararlılık karşısında geri adım atmak zorunda kalır. Bütün o her istediğini elde etme alışkanlığı o dünya devi olmanın verdiği özgüven duvara toslar adeta.

    Cenazeyi arama işlemi temkinli bir şekilde yapılır ve cesede ulaşılır. Gerekirse savaşı göze alan Türkiye bu sefer kendine yakışan bir şekilde cenaze törenine katılır. Üzüntülerini iletilir.

    Sonuç olarak Atatürk işte bize bunu kazandırdı. Medeniyetler arasında hak ettiğimiz seviyeyi ve saygınlığı bize verdi. Jandarma Halim’den Er Musa’ya… Ve malesef yeniden 1Ekim 1992'ye , 4Temmuz 2003'e , 27 Şubat 2020'ye ...

Atatürk Bu Ülkeye Ne Kattı?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Evrimsel Biyoloji Öğrenmek Bize Ne Kazandırır?

Covid-19 Kapitalizmin Sonunu Getirecek Mi?

SOSYOLOJİ NEDİR

Eşcinsellik Üzerine

İnsanların Evrim ile İmtihanı